Hac; kutsal kabul edilen mekânları dinî maksatla ziyaret etmedir. Hac; İslâm’ın beş şartından biridir.
Hac kelimesi İbrânîce’de hag şeklindedir; “bayram” anlamına gelen bu kelime “bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak” mânasındaki hvg kökünden türemiştir.
Hac veya hag çok eski bir Sâmî tabir olup İbrânîce’den başka Ârâmîce’de ve Sâbiî dilinde de bulunmaktadır. Kelimenin asıl anlamının “bir şeyin etrafında dönme, dolaşma ve halka oyunu” olduğu, daha sonra bayram mânasını kazandığı belirtilmektedir. Arapça’da “gitmek, yönelmek; ziyaret etmek” anlamlarına gelen hac kelimesi, fıkıh terimi olarak imkânı olan her müslümanın belirlenmiş zaman içinde Kâbe’yi, Arafat, Müzdelife ve Mina’yı ziyaret etmek ve belli bazı dinî, görevleri yerine getirmek suretiyle yaptığı ibadeti ifade eder. Bu ibadeti yerine getirenlere Arapça’da hâc (çoğulu huccâc). Türkçe’de hacı denir.
İslami kaynaklara göre haccın Hz.Âdem dönemine kadar uzanan bir geçmişi vardır. Bir kısmı İsrailiyata dayanan bazı rivayetlere göre Kâbe’yi önce melekler tavaf etmiş, daha sonra da Hz.Âdem, Allah’ın emriyle Mekke’ye giderek Arafat’ta Hz.Havva ile buluşup kendisine Beytullah’ın etrafındaki hacla ilgili mukaddes yerleri gösteren meleklerin rehberliğinde haccetmiştir (Hamidullah, ” İslam’da Hac”, (trc. M. Akif Aydın) İTED, VIII/1-4 (1984)s. 123-127)
Hz. Şit’in peygamberliği sırasında onardığı Kâbe, Nûh tufanının arkasından uzunca bir süre kumlar altında kalmış ve nihayet Hz. İbrahim ile oğlu İsmail tarafından eski temelleri bulunarak yeniden inşa edilmiştir. “Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber beytin temellerini yükseltirken…” (Bakara, 2/127) mealindeki ayet bu inşaata işaret etmektedir.
Cenab-ı Hakk’ın Hz. İbrahim’e, “İnsanlar arasında hacca ilan et ki gerek yaya olarak gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde kendilerine ait birtakım yararları yakından görmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini anmaları (kurban kesmeleri) için sana (Kâbe’ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin hem de yoksula, fakire yedirin; sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve o eski evi tavaf etsinler” (Hac, 22/27-29) emrini vermesinden, insanları hac yapmak üzere Mekke’ye davet eden ilk peygamberin Hz.İbrahim olduğu anlaşılmaktadır. Hz.İbrahim haccın menasikini tespit ederek Kâbe’nin her yıl ziyaret edilmesini sağlamış ve oğlu Hz. İsmail’i orada bırakıp Filistin’e dönmüştür; o tarihten sonra gelen peygamberler ve ümmetleri de Kâbe’yi ziyaret etmişlerdir.
İslam’ın doğuşu sırasında Kâbe’yi tavaf, umre, Arafat ve Müzdelife’de vakfe, kurban kesme gibi adetler devam ettirilmekte, hac putperest gelenekleriyle birlikte sürdürülmekteydi.
Cahiliye Arapları Kâbe dışında Lât, Menât, Uzzâ ve Zülhalesa gibi tanrıların tapınaklarını, ileri gelenlerin kabirlerini ve dikili taşları da (ensab) tavaf eder ve buna “devâr” derlerdi (İbnü’I-Kelbi, s. 39).
Hacılara su ve yemek ikram etme âdeti (sikaye, rifade) çok eski devirlerden beri devam ediyordu.
Mekke’nin fethinden sonra Kâbe’nin içinde ve etrafında yer alan putlarla birlikte Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği hac ibadetinde bulunmayan şirk unsurları da tamamen temizlenmişti.